Muhalefet partilerinin 31 Mart 2024 günü yapılan yerel seçimlerde kazandığı 59 belediye AKP’ye geçti.
Kulis haberlerine bakılırsa AKP’nin ilk hedefi büyükşehir belediye başkanlıklarının sayısını 14’e çıkarmak.
Belediyeler için bir erken seçim imkânı olmadığına göre bunu yapmanın tek yolu var: Transfer pazarı kurmak!
Transfer pazarındaki diğer hedef ise muhalefetin elinden alınan belediyelerin sayısını 100’e ulaştırmak.
Bu amaçla AKP’de muhalif partilerin belediye başkanlarının transfer edilebilmesi için özel ekip de kurulmuş.
AKP Siyasi ve Hukuki İşler Başkanı Hayati Yazıcı’nın yönetimindeki bu ekip “transfer olabilecek belediye başkanlarını” tespit ediyormuş.
Deniz Zeyrek, bu ekibin belediye başkanlarının “özel hayatlarını ve zaaflarını” araştırdığını söylüyor.
Heyetin “doğru iz üzerinde” olduğunu söyleyebilirim.
Bu saatten sonra belediye başkanlarının siyasi fikirleriyle ya da sahip oldukları insani değerlerle ilgilenmenin bir yararı olmaz.
Çünkü normal olarak üstün siyasi ahlak ve insani değerlere sahip olan bir politikacının, önüne uzatılan bir havucu ısırmak için ileriye doğru hamle yapması beklenemez.
Onun için “özel hayatlara ve insani zaaflara” yönelmek doğru bir hareket.
“İnsani zaaflar” neler olabilir, derseniz yanıtı çok uzun aslında. Çünkü bu zaaflar esasen açlıkla ilişkilidir.
“Açlık” derken fiziki bir açlıktan söz etmiyorum. O düzeye gelmiş insanların karnı bir şekilde doyuyordur, diye düşünüyorum, özel olarak bir perhiz yapmıyorsa tabii.
Bu daha çok paraya, servete, cinselliğe karşı duyulan ve bir türlü bastırılamayan bir açlık türü.
Daha çok para ve servet ile ilgili bölümüne yöneleceğini tahmin etmek doğru olur.
Öte yandan işin bir de “özel hayat” bölümü var ki orayı didiklemek “şantaj” izlenimi uyandırıyor bende.
Türk Dil Kurumu’na göre şantaj, “herhangi bir çıkar sağlamak amacıyla bir kimseyi, kendisiyle ilgili lekeleyici, gözden düşürücü bir haberi yayma veya açığa çıkarma tehdidiyle korkutma” anlamına geliyor.
Türk Ceza Kanunu’nun 107. maddesi bunu düzenlemiş. Bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezası var ki önemli değil.
Takibi şikâyete bağlı bir suç değil ancak bunu soruşturacak savcının yürek yemiş olması lazım, tahmin edebileceğiniz nedenlerle!
Birçok kişi belediyelere “çökme” girişiminin AKP’nin ne işine yarayacağını merak ediyor.
AKP esasen bir “ihale partisi!”
Bu partinin yerel örgütlerinin kimler tarafından yönetildiğine, belediye meclislerindeki üyelerinin mesleklerine bakarsanız göreceğiniz şey bu olur.
Örgütü ayakta tutabilmek için belediyelerin ihale olanaklarını kullanmak tıpkı Hayati Bey’in adı gibi “hayati bir durum!”
Kim bilir belki de görevin Hayati Bey’e verilmesinin altında böyle bir subliminal mesaj yatıyor.
Toplu yemek ihalesinden tutun asfalt işlerine kadar belediyelerin elinde büyük olanaklar var ve Türkiye’de siyasetin finansmanının bir türlü şeffaflaşamıyor olması biraz da bundan.
Hatırlatmak isterim ki siyasi ahlak yasası gündeme geldiğinde Ahmet Davutoğlu’na “bu kanunu çıkarırsanız çalışacak belediye başkanı, il başkanı bulamazsınız” diyen de partinin genel başkanından başkası değildi.
Sonuç olarak “çökmek istedikleri şey” sadece belediye başkanlarının makam odaları değil.
O makamın sağladığı, sağlayacağı imkanlara çökmek istiyorlar çünkü.
Bunu milletin görmeyeceğini düşünüyor olamazlar.
Mutlaka halkın verdiği oyun hesabını bir gün soracağını düşünüyorlardır ama o gün gelene kadar alınacak çok ihale var!
Gözlerini siyaseten bağlayan şey bu sanırım.
* * *
Gereği gibi kullanılamayan akıl meselesi
YSK üyelerinin “İmamoğlu ahmak sıfatını bizim için kulandı” demelerinin arkasında, İstanbul’da aynı zarftan çıkan dört oy pusulasından üçünü geçerli, birini geçersiz sayılması yatıyor. Bir tuhaf “akıl kullanma” biçimiydi
Tutuklu İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu
AKP Genel Başkanı’nın karşısına Cumhurbaşkanı adayı olarak çıkmaması için bir dizi adli operasyona tabi tutulan Ekrem İmamoğlu’nun 2 yıl 7 ay 15 günlük hapis ve siyaset yasağı cezası İstinaf Mahkemesi tarafından onaylandı.
Bunun sürpriz bir karar olmadığını söyleyebiliriz.
Çünkü başından beri bu davanın amacı buydu.
İmamoğlu’nun 2 yıl 7 ay 15 gün hapis ve kamu görevlerini üstlenmekten mahrum bırakılmasına ilişkin karar, YSK üyelerine “ahmak” dediği iddiası ile açılan davada verildi.
Gerçi kendisi ısrarla YSK üyelerine değil, Süleyman Soylu’ya “ahmak” dediğini söyledi ama YSK üyeleri de ısrarla “hayır, bize ‘ahmak’ dedi” diyorlar.
Karakterleri yan yana koyup baktığımda ben de kime “ahmak” demiş olabilir, kolayca karar veremiyorum.
Ahmak, TDK’ya göre “aklını gerektiği biçimde kullanma yeteneği olmayan” anlamına geliyor.
Yani bir “hakaret” ifadesinden daha çok “bir durum tespiti” sayılmalı.
Cumhurbaşkanı’nın, MHP Genel Başkanı’nın ve her türden yardımcısının sevmedikleri fikirlere sahip insanlara söyledikleri kelimelerin yanında iltifat bile sayılabilir aslında.
O tarihteki YSK üyelerinin “ahmak sıfatını bizim için kulandı” demelerinin arkasında, İstanbul’da aynı zarftan çıkan dört oy pusulasından üçünü geçerli, birini geçersiz sayılması yatıyor.
Aynı zarfın içindeki dört oy pusulasından sadece İBB Başkanlığı seçiminin tekrarlanmasının nedeni de “sandık kurulları” idi.
YSK, 225 sandık kurulu başkanı ile 3 bin 500 sandık kurulu üyesinin kamu görevlisi olmadığını söylüyordu ama bu kişilerin sandık kurullarında görev yapmalarını sağlayan da zaten doğrudan doğruya YSK’ya bağlı olan İl ve İlçe Seçim Kurulları idi.
Bir tuhaf “akıl kullanma” biçimiydi.
O “akıl” gereği gibi kullanıldı mı, kullanılamadı mı?
Vatandaşlara sorsak alacağımız yanıt, o tarihteki YSK üyelerinin hiç hoşuna gitmeyebilir.